18 Kasım 2009 Çarşamba

UMUDA YOLCULUK




2008-09 sezonunda Başkan Sadri Şener “Bu kadro çok yeni oluşturuldu ilk senesinde hedefimiz Avrupa kupaları, şampiyonluk ancak seneye” dediğinde acaba inanmalı mıyız diye düşünmüştüm, inanıp şampiyonluğa kilitlenmiş, bir şehirde ve camiada bu açıklama nasıl bir tepki yaratırdı?
Kimileri inandı peşinden gitti, kimileri inanmadı, ama hiç hesapta olmayan bir takım (en azından sezonun ilk yarısı için) Beşiktaş şampiyon olmuştu. Trabzonspor’un şampiyonluğuna mani ise en kötü sezonunda bile yendikleri Denizlispor ve Konyaspor Avni Aker'de yenilmesiydi.
2009-10 sezonu fantastik başlamış ama felakete doğru sürüklenmekteydi. Sivas maçından sonraki Diyarbakırspor maçı bu sezonki ilk dönüm maçıydı ve caminanın yüzünü iyiden iyiye güldürecekti, nitekim sezon başında beklenenin çok altında kalan kombine satışları Sivas galibiyeti ile tetiklenmiş, Diyarbakır maçı inanılmaz bir kalabalık önünde muthiş bir beklenti ile oyanıyordu, filmin sonu malum... Ancak izleyen süreç daha da acı verici, Manisa mağlubiyeti ve Bursaspora kaybedilen 2 puan. Diyarbakırspor maçından sonraki ikinci dönüm maçı İ.B.B. maçıydı. Kaybedilecek 2 ya da 3 puan, hiç önemli değil camianın son hareket emri olacaktı ki, bu gizli gerçeği herkes biliyordu, hatta benimde içinde bulunduğum, İstanbuldaki sel felaketine rağmen Atatürk Olimpiyat Stadına gelen yirmi bin renktaş bile. Bir maç beklendiğinin bu kadar tersinde geçebilir. Trabzon puan kaybeder diye beklenirken 1-6 lık galibiyet gelmişti, ardından Antalya galibiyeti, bir sonraki hafta Başkentteki Gençlerbirliği maçına çok farklı bir görev biçmişti. Belkide fırtına tekrardan ligi sallayacaktı ancak beklenen sonuç yine gelmedi 2-0 öne geçen Bordo Mavilileri dramatik bir son bekliyordu. 61 numaralı celladın attığı gol 2-2 lik sonucu getirmişti.
Sonraki haftalarda Hüseyin Avni Aker’de Antep beraberliği, Ali Sami Yende Galatasaray mağlubiyeti gelmişti. Şimdiki dönüm maçı ise Kayseri maçıydı bu sezonki 2. felaket habercisi ve dönüm maçıydı. Aslında maç, felaket bekleyenleri yanıltmamıştı, Kayseri bu sezon ki sansasyonel golcüsü Ariza (Arıza) Makakula ile öne geçmişti, akabinde Hugo Broos bu seneki en iyi hamlelerden birini yaptı, maçın 28. dk.sında Engin ve Yataranın yerine Selçuk ve Umutu oyuna almış, maçı da Trabzona kazandırmıştı. Sonraki hafta hükmen Ankaraspor galibiyeti yinede 3 puanı, puan cetvelinde Trabzonsporun hanesine yazdırıyordu.


Aslında bu üç puan Trabzonu başka bir viraja sürüklemişti, bu seneki 4. dönüm maçına, uçak Samsun Çarşamba Havalimanını ikince kez pas geçince acaba işler kötümü gidecek diye düşünmeye başlamıştım; ta ki kendimi Avni Akerin büyülü atmosferinde buluncaya dek. İsteyen taraftar bağırmıyor desin isteyen çok sabırsız, yolunuz bir gün Hüseyin Avni Akere düşerse lütfen gökyüzüne bakın ve daha sonra tekrar konuşalım, yağmuru güneşi ya da soğuğu her biri başka ifade buluyor bu stadta. İlk yarı çok durgun geçmiş gibi gözükse de Trabzonun 3 net pozisyonundan bahsedebiliriz, Beşiktaşın da hiç pozisyonundan, ancak yine ilk yarıdaki futbol en azından Hüseyin Avni Akerdeki izleyicileri hiç tatmin etmemişti. Müsabaka Trabzondaydı golleri kaçıranda Trabzondu ama biz daha fazlasını bekliyorduk. İkinci yarı ise dramatizenin tanıtımı gibiydi, 48 de pozisyon olmadan Ernst in yakaladığı şut şansı 0-1 ve 90 da Bobo ile 0-2; bu iki golün arasında nemi oldu ? Hakan Arıkanın kurtardığı 6 net pozisyon.
Yine bir dönüm maçı yine bir hüsran yavaş yavaş “Trabzona okunan beddua” efsanesine inanmaya başlayacağım. O ne mi bir dahaki yazımın konusu.

Sevgilerle……..

Semih BİLEN

6 Eylül 2009 Pazar

HUGO BROOS VE FUTBOL FELSEFESİ



Uzun yıllar sonra camianın ısrarla beklediği, Sadri başkanın söz verdiği gibi, yarışmacı bir Trabzonspor hedefi gerçekleşmiş ama son hafta Avni Aker de yine bir Fenerbahçe faciasının ardından ligler tatile girmişti. Yeni transfer beklentileri, Samet Aybaba esprisi, başkanın çocukça çıkışı ve kongre kararı, Ericsson-Tugay heyecanı, Zacheroni söylemi derken o ana kadar adını hiç duymadığım Hugo Broos yeni hocasıydı Trabzonsporun.




Daha sonra kariyerini gözden geçirdiğimiz Broos’un Yunanistan macerası hariç özellikle ülkesinde bir nevi Türkiye’nin Mustafa Denizlisi olduğunu rahatlıkla görebiliriz, aslında olaya daha analitik baktığımızda Ersun Yanala başarı grafiği olarak çok daha fazla benzediğini fark edebiliriz. Broos Belçika da 3 önemli takımda ciddi başarıların yanına, 2 takımda elde ettiği 3 şampiyonluğu, 4 kez kazandığı Yılın Teknik Adamlığı unvanını eklemiştir. Oysaki Ersun Yanal Denizlispordan başlayan süreçte Ankaragücü, Gençlerbirliği, Milli Takım, Manisaspor ve Trabzonsporda başarılı olduğu hiç şüphesizdir, ancak Ersun Hocanın çalıştırdığı takımların (Trabzonspor hariç) şampiyonluk hedefinden oldukça uzak olması (fikirsel ve ufuksal olarak) ona Türkiye Ligleri şampiyonlukları getirememiştir. Bu ön karşılaştırmalar ile kafamı meşgul edip, ligin ilk haftasını da yıllık iznimin sonuna bağlayınca, bu sene Trabzonspor ne yapar düşünceleri günün her anı kafamı kurcalamaya başlamıştı. Görünen o ki çok pas yapan bir takım olacaktı Trabzonspor. Broos un öğrencileri hazırlık maçlarında bizlere bunu gösteriyordu, genel izlenim Hüseyinin yerine Tjikuzu yu, Alanzinho nun yerinde daha fazla Engin Baytarı görecek olmamızdı.



İlk hafta maçında Trabzon Sivası tarihinde ilk defa deplasmanda yenebilmişti, ama asıl dikkat çeken tamda tahmin ettiğimiz gibi Trabzonspor un inanılmaz bir pas yüzdesi, topa sahip olma oranı (bu istatistik her verildiğinde Daum un ilk senesi Beşiktaşla Trabzonu H. Avni Aker de 0-2 yendiği maçı hatırlarım, Dauma dahi sıfatı kazandıran maçı, o maçın ardından iki takımın topla oynama istatistiği Trabzonspor %73 BJK %27 idi) tek top oynama iştahı idi. Müsabaka sonra bir hafta süresince, tüm Trabzonlular çok mutluydu, çok iyi bir başlangıç, çok iyi bir deplasmanda, çok iyi bir oyunla gerçekleşmiş. Hocanın kendine güveni gelmişti.




Tüm bu verilerin ardından Trabzonspor kendi evinde ligin zayıf halkası olduğu düşünülen Diyarbakırı ağırlayacaktı, her seneki sezonun ilk maçı kalabalığının dışında ayrı bir umutlu kalabalık vardı statta. H. Avni Aker de ilk yarıdaki Girayın golünden sonra ikinci yarıdaki durumu hepiniz biliyorsunuz. Burada sonuç önemli değil dikkat çeken asıl konu Trabzonspor un maçın ilk yarısında pas yapmaya çalışması, ancak ikinci yarıda skor rehavetiyle birlikte bunun üzerinde durmaması, bireysel oyuna yönelmesi, rakibi küçümsemesi. Bunun önlenememesi ise akıllara disiplin sorununu getirir ama bunları ve birçok farklı durumu konuşmak üzere çok ama çok erken olduğunu söylemek isterim. İşte tamda burada bu konunun bir miktar üzerinde duracağız. Aslında her birimizin zamanında amatör futbolculuğu ve her daim devam edecek halı(suni çim) saha tecrübelerimizde de sabitdir ki pasa dayalı bir futbol çok zordur; çok çalışma, çok fazla bir arada oynama ve çok yetenekli oyuncular gerektirir. Bu nedenle özellikle Türk futbolcusunun bundan kaçtığını düşünüyorum burada görülmesi gereken durum Broosa bu konuda ne kadar taviz verileceğidir. Geçen Sene Ersun Yanalın rakibe erken pres yapan, uzun toplar, az paslı kaos futbolundan sıkılanların, “pas yapan takım istiyoruz” diyen bazı yerel kalemlerin, Broosu ne kadar analiz edebileceklerini merakla bekliyorum.

Aslında Trabzonspor un Avrupa maçlarını da dahil ettiğimizde 5 maçının bizlere çok çarpıcı izlenimleri verdiği bir gerçek. Sivas maçında oyunun hemen her anında taktiksel pas ve topa sahip olmanın birebir uygulanması (tabi burada skor rahatlığını erişilse de deplasman faktörü ve Sivas baskısının bu durumun devamlılığında rol oynadığı bir gerçek). Diyarbakır maçında ise ilk yarı pas yapan takımın skor üstünlüğünü elde edince amiyane tabirle cıvımaya başlamasıyla tepetaklak olması.



Daha sonra Toulouse maçı bu sistemin uygulanırlığına çok ilginç bir örnektirdir ki irdelenmelidir. Bu maçta Trabzonspor ön liberosu, stoperleri ve sağ ve sol kanat oyuncuları ile orta sahada paslar yaparak devamlı sağ açıktaki Serkanı kaçırma üzerine oyun planını kurmuştu, Gignacın golüne yapılacak hiçbirşey yoktu aynı şekilde Enginin çalımalarını Fransızların seyretmesi gibi. İlk yarı bu skorla bittiğinde benim kanımca Broos bu skoru oldukça yeterli görmüştü, dikkat ederseniz ikinci yarının ilk 10 dk sında Trabzonspor orta sahada inanılmaz bir pas trafiğine girdi ve rakibinin üzerine gelmesini bu arada gol bulmayı bekledi, burada planları bozan futbolda savunma paylaşımından uzak bir korner sonucu yenen goldü, daha sonra ise şuursuzca bir hucum, sonrada 3. gol. Hazır yeri gelmişken söylemeden geçemeyeceğim, futbol oynayanlar çok iyi bilir teknik direktörün soyunma odasında söyledikleri sahada belirli bir noktaya kadar uygulanır ama işler gerçekten kötü gidiyorsa( ve bunun sonucu Trabzon gibi bir şehirde oluşacak haftaiçi taraftar baskısı ise) artık sahada oyuncu insiyatifi söz konusudur. Demek istediğim çok açık, Broos un oyun felsefesinde şuursuzca saldırma diye bir anlayış yok, hocanın mutlaka B ve C planları vardır ama bu taktiğin hocanın felsefesine aykırı olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak 1-2 den sonraki şuursuz baskının futbolcu odaklı tribün arkalanmalı olduğu aşikar.

Daha sonraki Manisa ve diğer Toulouse maçlarında inanılmaz bir nokta dikkatimi çekti, Takım ilginç bir şekilde sakin, huzurlu, rahat ve stressiz bit futbol sergiliyordu(bu iki maçında şeklen de olsa dönüm maçları olduğu gerçeğini unutmayalım). Hatta seyredenler bilir Toulouse maçının ikinci yarısına rakip takım ve hakemlerden dahi çok sonra çıkan Trabzonsporu, sanırım Fransız TV si de merak etmiş olacak ki, takımın soyunma odasından çıkışını naklen verdiğinde oyuncuların, inanılmaz rahat, kendinden emin ve vakur oldukları kafamı iyice kurcalamıştı. Tüm bunları kafamda bir yerlere oturtmaya çalışırken imdada çok severek takip ettiğim 4-4-2 dergisi yetişti, dergide Broos ile yapılmış bir röportaj vardı, Broos oyuncuların üzerindeki ağır baskının bir an önce kaldırılması için her bir oyuncusuyla tek tek görüşmeler yaptığını anlatıyor sonunda da ekliyordu, ancak bu baskının olumlu etkilerini de gözden kaçıramayız bu işi bir dengede tutmalıyız.


Aslında bu söylem bu 5 maçlık zinciri inanılmaz bir şekilde açıklıyor. Sivas maçı, lig başlangıcı, kredi yüksek, deplasman, stres yok ve sonucunda gelen bol pas, yüksek top yüzdesi ve galibiyet. Diyarbakır maçı ilk yarı olumlu taraftar desteği, bol pas, gol; ikinci yarı skor avantajıyla gelen savsaklama ve tepe taklak oluş ve o anda tribünden yükselen Fatih Tekke tezarühatı ile tüm yapının tarumar olması. Toulouse maçı bir geçiş (ikinci yarının ilk 10 dk.sı hariç), ardından Manisa ve Toulouse maçlarında bol pas yapmaya çalışan, sakin, stressiz bir takım(skor ne olursa olsun).

Buraya kadar her şey açık, ancak burada denklemin içinde hem üstlendiği görev hem de formüle etkisi belli olmayan iki bilinmeyen var. Bunlardan ilki bu oyun sistemine, tıpkı Ziya Doğan gibi çözüm bulabilecek futbol katili hocalar olması (boş alanları daraltıp takım halinde topun arkasında kalarak -birazda Mesut Bakkal-) bir diğer sorun ise panik hallerinde bu sistemden kopan oyuncuları ve takımı toparlayabilecek Broos disiplini. Sanırım bu seneki Trabzonspor’un akıbetini bu bilinmezler belirleyecek. Tabi ki camia, statüko ve ulemanın hocayı ve takımı belki iyi niyetlide olsa eleştirmesine karşın yönetim ve hocanın tutumu tüm bilinmeyenlerin dışında denklemin tüm dizilişini etkileyecek bir noktada durmakta.
Semih BİLEN