28 Ocak 2010 Perşembe



YAĞMUR, ÖZLEM VE TRABZON

Yağmur İstanbul’u teslim almıştı, tıpkı Trabzon’da olduğu gibi…Gün içinde aralıksız devam edip, gece olup da uyku bedeni sarmaya başladığında ve perde hafifçe aralanıp dışarı bakıldığında hızını hiç alamadan devam ettiği günlerde olduğu gibi…
Doğduğum ve kendimi ait hissettiğim topraklardan ilk kez ve en uzun soluklu ayrıldığım İstanbul’daki üniversite yıllarında, şehre bir hafta süreyle yağmur yağmadığını fark ettiğimde şaşkınlıkla sormuştum sevgili arkadaşım Tolga’ya “ Kanka burada hiç yağmur yağmaz mı? ” diye… Anlaşılmaz bir ifadeyle suratıma bakmıştı, şart mıdır der gibilerinden.


Üç gün yağmur yağmamanın ne anlama geldiğini bilmediğim memleketimden ‘Trabzonumdan!..’, İstanbul’a gelmiştim , içimdeki Trabzonspor aşkını canlandırabilmek için, doğa taşları yerli yerine koymuştu. Böyle hissediyorum şimdilerde…
Yurdundan ayrıldıktan sonra özlem insanın içine önce köz halinde düşer, geçen her yıl şiddetini arttırarak tutuşmaya başlar, otuzuna dayanınca da ilk Karadeniz kıyısında anlamsızca kapkara denize bakar, kokusunu içine çekip, gözlerinin dolmasıyla dehşeti dışa vurur özlemin.



Artık sık sık geliyorum doğduğum ve ait olduğum topraklara, kendi işimle de kesişince, bu ziyareti, bir Avni Aker macerasına denk getirmemek olmazdı. Hele de maç Pazar günüyse ve ben Cuma akşamından gelebildiysem Trabzon’a, hayatımın en güzel hafta sonlarından birini geçireceğim demektir.
Tabi maç sonrası haftanın finali olurdu ki, biz genelde mutlu sonları sevmezdik, ya bir berberlik bizi zirve yarışından geride bırakırdı ya da rakibi ezmemize rağmen maçta sonra elimizde kalan sıfırdan ötesi olmazdı.



Trabzon havalimanına indiğimizde saat 01:00 ı geçiyordu, İstanbul da daha sonra kendini kara dönüştüren, yağmur, yurdun dört bir yanını, arkasına fırtına ve tipiyi alarak esir almışken, Trabzon “yaz gecesi” tabiri abartılı olsa da, ılık bir sonbahar akşamını yaşıyordu (eee ne olacak her konuda olduğumuz gibi hava durumunda da muhaliftik).
Cumartesi sabahının değişmezi Rüştünün Fırınında yenen kıymalı (Gıymalıdır aslı ama neyse)nın ardından arkadaşlarla bir araya geldik, yıllar önce kaybettiğimiz lise arkadaşlarıyla, eee mekan Trabzon ise yemeğin yönü balık olmalıydı. Trabzon da balık yerken sohbet konusu da Trabzonspor’dan başkası olamazdı. Arkadaşlar son olarak kaybettiğimiz Fenerbahçe maçına gittikleri için yeminliydiler maça gitmemeye, Fatih Tekke ile başlayan sohbetimiz Şenol Güneşe kadar uzanmıştı. Balıkçıdan sonra gidilen ve bol demli çaylarla süslenen sohbetin konusu zaman zaman Trabzonspor’un dışına çıktığın da Trabzon ve siyaseti mevzu bahisti. Gecenin sonunda tüm sinirli sözler, yeminler, bu yönetimle olmazlar unutulmuştu, Trabzonspor sevgisi bir battaniye gibi sarmıştı hepimizi. Gurur duyuyoruz diyorduk, “gurur duyuyoruz şehrimizin takımını tutabildiğimiz için” özellikli şehrin çok özel taraftarıydık, yıllardır taraftarın statta ne yapması gerektiğini bilmeden.




Sabah kalktığımda yine soluğu Rüştünün Fırınında aldım, sonrada atmosferi koklamak için Avni Aker civarında bir tur, esnaftan tanıdığımız ağabeyler ile sohbetler, eleştiri, eleştiri,eleştiri….. Bir şehir bu kadar mı muhalif olur, uç noktası bu olmalı muhalefetin, hatta bir ara Kolombiyalı yeni transfere verilen parayla Kolombiya’dan oyuncu değil takım bile alınabileceği eleştirisi, günün özetiydi aslında....


Ama her şey gişeden geçtikten sonra yönetimin dağıttığı yağmurluklara bürünüp Avni Aker’in griliğini görünceye kadardı. Dağıtılan yağmurluklar Trabzon taraftarını hiçbir zaman olmayacak şekilde tek tipe büründürmüştü. Maraton mavi, kale arkaları bordo ve beyaz. Az sonra hakemin düdüğü çaldı ve sonrası ciddi anlamda tek kale oynanan atak üstüne atak, nefes bile alınmasına izin vermeyen takımım ve karşısında umarsız Sivas çırpınışları. Gerçekten Trabzonspor o gün bizlere nefis bir maç izlettirmişti tüm hücum organizasyonlarını gördüğümüz mücadele, göz zevkini katlayarak bizlere yaşattı ve sahadan 3-1lik galibiyetle ayrıldık. Müsabaka notları işin ayrıntısı bize kalansa, nefis bir hafta sonu, yediğim k(g)ıymalı, balık, lise arkadaşlarıyla özlem giderme, saatlerce demli çay eşliğinde, sıcak soba başında sürdürülen sohbetler ve dönüş yolundaki bu topraklardan ayrılma hüznü.
Seni Seviyorum ait olduğum topraklar.


Yazı: Semih BİLEN
Düzenleme: Tolga MAR

2 yorum:

  1. Abim bu nasıl bir memleket sevgisidir anlamadım :)

    YanıtlaSil
  2. vay vay vay Oğuz kardeşiminde blogu varmış....

    YanıtlaSil