Saat 15:00 otobüsüm 16:00' da, otele dönüp valizlerimi alıp otogara yetişeceğiz, bu arada otogarın önünden geçiyoruz ancak o gün hesaplayamadığım bir çok ihtimal gibi okula giderken valizleri taksiye almayı da düşünememiş, aradaki mesafeleri hesaplamamıştım, tabi bu zincirleme şanssızlıkların başlangıcı. O gün hesaplayamadığım bugün de olsa hesaplayamayacağım Kayseri'de trafik olma ihtimali !!! Şimdi sadece yarım saatim var hızla otele giriyorum valizlerim diyorum, cebimden bir şey ararken valiz odasınında ki valizlerimi görüp taksiye atıyorum, takım elbiseme bakıyorum ama askıda hiç bir şey yok, bir umut cebimdeki fişleri çıkarıyorum ne işe yarayacaksa takım elbisem vardı diyorum. Resepsiyonist çocuk yüzüme mavi ekran vererek bakıyor o esnada valiz odasının görevlisi geliyor ve resepsiyonist çocuğa az önce otelden ayrılanlara takım elbiselerini fiş vermeden mi verdin diyor. O esnada iş anlaşılıyor, benden önce otelden ayrılan grup mesai esnasında takım elbisenin zaruri olduğu meslekten. Anlaşılan otelden ayrılırken bir yığın onlara ait takım elbiseyi valiz odasından alırken benim takım elbisem de onlarla beraber gitmiş.
Otobüse sadece 20 dakika var Resepsiyonist çocuğun yakasındaki isim kartına gözüm ilişiyor, ismi Kemal parmağımı ona doğrultup" Kemal takım elbisemi bulacaksın düğüne yetişmem gerekiyor seni arayacağım " deyip taksiye atlıyorum. Bu hengamede bayağı vakit kaybettim otobüse sadece 15 dakika var artık, yetişemiyeceğim düşünceleri ağır basmaya başlıyor taksi şoförüm aynı heyecanı benle baraber yaşıyor. Otobüs firmasını arıyorum ulaşabilene aşk olsun benle aynı heyecanı yaşayan emektar taksi şoförüm bir çözüm buluyor ve diyor ki "Evlat otogarın içine falan girmeyeceğim otobüslerin otogardan çıktığı kapının önüne taksiyi çekeceğim otobüs gidemeyecek sen hiç merak etme" otobüslerin çıkış noktasına dediği gibi taksiyi çekiyor. Saat otobüs saatini 6-7 dakika geçmiş, otogar kapısından çıkan otobüs yok kafalarda iki tane soru var, acaba otobüs hala hareket etmedi mi ? yoksa bizden önce otogardan ayrıldı mı? Bir elimde valizim sırtımda çantam ve diğer elimde benle olması gereken ama nerede olduğunu bilmediğim takım elbisem orada olup olmadığını bilmediğim otobüsüme doğru, otogarın engebeli betonun da, valizimin tekerleklerinin çıkardığı sesle, kafamda acabalarla yürüyorum. Bir yandan da emektar taksi şoförüme dönüp "Sen git abi ben hallederim" diyorum. Biraz ilerledikten sonra otobüsümün hala orada olduğunu otobüsün logosundan tanıyor biraz nefes alıyor valizlerimi teslim etmek üzere otobüse yanaşıyorum. Otobüste yerimi aldığımda yetişmemin verdiği mutluluk bir anda aklıma gelen takım elbiseyle, yerini başka bir soruna bırakıyor ve otobüs hareket ediyor. Babamın "Ankaraya gel buradan hep beraber gideriz" ısrarlarına rağmen benim inat edip günlerdir aradığım Kayseri'den Samsun'a gidebilecek herhangi bir otobüs olan Kayseri Batum otobüsünün neden bu kadar yavaş gittiğini normalde bir saatlik mesafe olan Sivasa ikinci saatin sonunda vardığımızı, arkadaki yolcunun önce serzenişi ardından muavine yaptığı çıkışla daha iyi anlıyorum ve kafamda durum şekilleniyor. Otobüs sırasıyla uğrayacağı Sivas, Tokat, Amasya, Samsun ve bilimum ilçelerden saate göre sattığı biletlere göre kendisini ayarlıyor. Ha unutmadan o bölgeyi bilenler Kayseri Samsun arasında daha kısa bir rota olduğunu bilirler.
Bu arada benim için hayati olan telefonumun şarjı %15 lerde tek umudum yeni nesil otobüslerde bulunan koltuğun arkasındaki televizyon ünitesindeki usb girişi. Böyle bir günde, bu durumda bir sürpriz yaşamayacak olmam, asıl sürpriz olurdu. Tabii ki usb girişi çalışmıyor, yanım da ki genç çocuk Telefon şarj aleti ve usb girişiyle uğraşırken beni görmüş olacak ki "Olmuyor abi diyor, şarz etmiyor". Sivasa giderken yolda birkaç kere oteli arıyorum ama Kemal'e ulaşamıyorlar. Sivas'ta mola veriyor otobüs, hemen bir tl lik şarj makinelerine telefonumu takıyorum 10 dakikalık molada ne kadar şarj edilebilirse o kadar şarj ediyorum telefonu mu. Sivas'tan sonra Tokat'a doğru hareket ediyoruz o esnada Kemal'e ulaşıyorum, takım elbisemi alan misafirlere ulaştığını, elbisenin onlarla Ankara'ya gittiklerini söylüyor. Benim aklıma ilk gelen babamların da Ankara'da olduğu, takım elbiseyi onlardan alabilecekleri. Bu arada Kemal de aslında Ankara'da görevli olduğunu, gece Ankara'ya hareket edeceğini, takım elbiseyi onlardan alabileceğini söylüyor. Kemal'in cep telefon numarasını hızlı bir şekilde okuduğum kitabın ilk sayfasına yazıyorum, bitmeye yüz tutmuş şarjımla Tokat'ta indiğimde telefonumu şarja takıp, babamı arayıp, durumu haber vermeyi planlıyorum. Otobüs Tokat'ta durduğunda muavin sadece 10 dakka mola vereceğimizi söylüyor, elimde sarj aleti Tokat otogarında priz arıyorum, denediğim 3 priz de çalışmıyor, sanırım yine umudum bir tl lik şarj makineleri olacak. Ve nihayet bir tanesini buluyorum, üstünde kocaman bir yazı var "Kabloyu kendinize doğru çekmeyin" neden böyle bir yazı ve neden bu kadar büyük harflerle anlam veremiyorum, bir tl mi atıp telefonumu şarja takıyorum kabloyu çekmemeye özen gösterip hafifçe eğilerek babamı arıyor, telefonda durumu anlatıyor, aşağı yukarı durumu aksettirdiği mi düşünüyorum, tam o anda bir ses kulaklarımda patlıyor "Çekmesene kardeşim oraya boşuna mı yazdık" kafam önde bana çemkiren adama hiç bakmadan durumu anlatmaya çalışıyorum ve "Tamam kardeşim" diyorum, tekrar "Çekmesene kardeşim makine şase yapıyor daha dün yandı" ya sabır çekiyorum adam tekrarlıyor bir yandan babama yok bişe sorun yok diyorum ve tüm sinirim ve bugün olanların bana yüklediği elektrikle kafamı kaldırıyorum, sanırım adama saldıracağım, sadece telefonu kapatıp harekete geçmek istiyorum kafamı kaldırıyorum ki o da ne beni deminden beri sinir eden, çemkiren adamın bir kolu yok!!! Şaşkınım tüm sinirim bir anda yerini anlamsız bir pişmanlık ve akabinde anlamsız bir alttan almaya bırakıyor ne yapacağımı şaşırıyorum adama tamam kardeşim deyip babama "Dediğim gibi ben şimdi sana çocuğun telefonunu yollayacağım" deyip telefonu kapatıyorum. İçimde patlayan sinirim ve pişmanlığımla kalkmak üzere olan otobüsüme doğru koşuyorum.
Tabii ki unutmadan, bu hikayeyi anlattığım herkesin o anda birikmiş sinirini karşımdaki insanın engelini farkettiğinde değişen ve karmaşıklaşan ruh hallerine şahit oluyorum ama kendinden çok emince dayımın yaptığı "A........ koduğumun çocuğu o engelini kullanıyor birgün onu çok kötü döven biri olursa aklı başına gelir" yorumunu da burada eklemeden edemeyeceğim.
Tokat'tan Amasyaya doğru yol alırken ben babama Kemal'in cep telefonunu mesajla yolluyor telefonda güç bela anlattığım olayı bir daha özetliyor ve Amasya'yı gecenin bir vakti izlerken, artık telefonumun şarjının bitmesini, olayı babama devretmenin rahatlığıyla Samsun'a varıp otelde dinlenmeyi planlıyorum. Saat 23:00 sularında Samsun otogarına giren otobüsümden inip, otelime geçiyor, odama çıkıyor, telefonuma bakıp bakıp babamdan başka bir mesaj gelmemiş olmasına seviniyorum ama aksilikler tabii ki bunlarla kalmıyor ya otobüste ya takside bir yerde şarj aletimin adaptörünü düşürdüğümü anlıyorum, olsun diyorum bilgisayarımda şarj ederim sonra aklıma geliyor ki bilgisayarım usbsi şarj etmiyor. Lobiye inip rica minnet Resepsiyonist çocuktan Kemal'in intikamını almak ister gibi, bir nevi olmalı ve vermeli önyargısıyla şarj aletini alıyorum, sabah bırakacağıma söz verip hemen uyumamak istiyorum . Çünkü plan şu, Kemal takım elbisemi alan adamlardan geri alıp kendisine tarif ettiğim Ankara'daki evimize Sabah 6:30 gibi bırakacak bizimkiler de o saatte yola çıkacaklar. Bu arada plan şu, babamlar Samsun'dan beni de alıp Fatsa ya kuzenimin düğününe gideceğiz.
Televizyon bilgisayar kitap derken saat 5:00 beş buçuk yapıyorum, uyandığımda her şeyin düzelmiş olacağını düşünerek sabrın ana kucağı uykuya kendimi bırakıyor, bir yandan da gün ola harman ola diyorum. Sabah uyandığımda saatime kısık gözlerle bakıp 12 olduğunu görünce, babamların gelmek üzere olduğunu düşünüyor telefonuma bakıyor hala bir mesaj gelmediğine bir arama olmadığına görüp keyifleniyor ve nefesimi tutup babamı arıyorum. Sesi oldukça neşeli, 1-2 saatlik yolları kaldığını söylüyor kendisi olayla ilgili hiç bir şey söylemiyor, ben de biraz espiriye vurup emaneti aldınız mı diyorum. Babamda o neşeli sesiyle "Sıçarım emanetine" diyor ya cidden aldınız mı diyorum, aldık aldık sabah sabah senin yüzünden o kadar yol gittim diyor, anlamaya çalışıyorum niye diyorum. Plan şu, Kemal Eryamandan, adamlardan elbiseyi alıp Balgata getirecek. Plan buydu ancak Kemal araba bulamıyor babamla 6:30'da söyledikleri gibi buluşuyor, abi diyor "Arkadaşı bulamadım, eğer senin içinde uygunsa senle beraber Eryaman'a gidip elbiseyi alalım" gidip elbiseyi alıp geri geliyorlar. Sonuç da Kayseri de otelde tanımadığım adamlarla Ankara'ya giden elbisem, sabahın altı buçuğunda ufak bir plan değişikliği ile de olsa babamın arabasında yerini alıyor. Simdiyse sadece Samsun'a bir iki saat mesafede seyir halinde.
Telefonu kapattım, ooooo çok neşeliyim, dün Kayseri de saat 15:00'ten itibaren başlayan olaylar silsilesi sanırım son noktasını bulmak üzere, keyifle otelden çıkıyor resepsiyona şarj aletini geri veriyor ellerim cebimde dudağımda bir ıslık, Samsun meydandaki Oba Lokantasina işkembe çorbası ardından da o nefis dönerini yemeye gidiyorum......
Semih Bilen
14 Ekim 2015 Çarşamba
9 Mart 2015 Pazartesi
BİR GARİP TRABZON HİKAYESİ
2010-11 şampiyonluğu hala tartışıladursun (biz
Trabzonluların, yargının ve uluslararası mahkemelerin kararları çok net belli
)UEFA’nın verdiği karararla Türkiyeden 2011-12 yılında Şampiyonlar Ligine
Trabzonspor katılacaktı.
Efsanevi İnter galibiyetiyle başlamıştı B grubu serüveni, son maçta ise
Trabzonspor ,Fransada Lille maçına çıkarken, hikayenin ana kahramanı kardeşim
Melih, o soğuk ve rüzgarlı aralık akşamında Metropolitan stadında yerini
almıştı.
Trabzonspor’a bir üst tura geçmek için
Fransadan alınacak 1 puan yetiyordu, ancak Inter İtalya’da CSKA Moskovaya
yenilmez ise, bu ihtimali kimse düşünmüyordu, ta ki 87. dakikada Rus futbolcu
Vasili Berezutski’nin golüne kadar. Fransadan 0-0 la ayrılan Trabzonspor ,
İtalyadan gelen sonuçla grubun 3. oldu ve böylelikle Şampiyonlar Liginden elenip yoluna UEFA Arupa liginde devam
etti. 16 Aralık 2011 de yapılan kura çekiminde Trabzonspor’a Hollandanın ünlü
elektronik devi Philips işçilerinin kurduğu, Eindhoven kentinin takımı PSV Eindhoven
çıkıyordu. İlk maç 16 Şubatta Trabzonda olacaktı. Biletlerimiz maç sabahı
Trabzon’da olacak şekilde alınmıştı. Melih Ankaradan ben İstanbuldan gelerek,
Trabzon Havalimanına indik, maç saatine kadar Trabzon özlemini akrabalar,
arkadaşlar, yemek ve çay ile giderip akşam maç esnasında Trabzon Hüseyin Avni
Aker stadında yerimizi aldık.
Hikayenin maç yazısı olduğunu
düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz, ancak diğer yazılarım gibi duygusal bir
derinlikte olmayacak, hikaye tamamen maçın ertesi günü olan 17 Şubat Cuma günü,
Trabzon’a gittiğimizde genellikle kaldığımız kuzenim Hakanın evinde geçmekte.
Kendi sahamızdaki 1-2
lik yenilgi can sıkıcıydı ancak daha can sıkıcı olan soğuk yüzünden evden
çıkamamamız, bilgisayarlarımızı geitrmemiş olmamız, Melihin tüm ısrarlarına
rağmen onu uçakla gelmeye ikna etmem yüzünden arabamızında olmamasıydı. Ayrıca evin sahibi kuzenim Hakanda teyzemle beraber Umrede olduğu
için can sıkıntısı iki kat artmıştı. Zira o sene Şampiyonlar Liginde
Trabzondaki Lille, CSKA Moskova ve Inter maçlarında değişmez üçlü şeklindeydik.
Aslında o maçlardaki ben Melih ve Hakan üçlüsünün yanında değişmeyen bir gerçek
daha vardı eve her gelişimizde evin elektrik sayacının borçtan ve Hakanın “Maçtan
maça bir gün geliyorum” ilgisizliğinden ötürü ödenmemiş ve kesilmiş olmasıydı;
her defasında da aynı senaryo tekrarlanır, Melih sayacın altından kabloları
bağlar, Hakanda hah öle olacak der, Melide ona dönüp “Madem öle neden
yapmıyorsun her defasında
ben yapıyorum” derdi. Belki de can sıkıntımız tüm bu olumsuzluklara rağmen yine
giderebilirdi, mesela evdeki Digitürk paketi kesilmemiş olsaydı. Konuyu gayet
ihtiyatlı karşılayıp, arayalım borcunu ödeyelim, aylığı ne kadar ki ligtv
pakette yok aylığı ucuzdur 1-2 ay ödenmemiş olsa bile kredi kartı ile öder kalacağımız iki üç günde en azından
canımız sıkılmaz mantığını kurmuştuk. Mantık telefonun diğer ucundaki
yetkilinin bildirdiği borç miktarını söyleyinceye kadar devam etti. Borç 350 TL
idi, yavaşça telefonu kapattık, ya kardeşim trt1 açık işte, izleyelim
savunmasını yaptık. Digitürk aboneliği kapanınca sadece trt 1 kanalının açık
bırakılması bir ödül mü ceza mı bence tartışılır.
Cuma günü 13:00 sıraları canlar iyice
sıkıldı, trt 1 de bizleri yeter artık ! dedirtecek hangi program başladıysa,
ben isyan bayrağını çektim ve markete gidiyorum, bari yiyecek bişiler alıp
yemek yapayım, çok canım sıkıldı dememle kendimi evden dışarı attım. Marketten
alişverişimi yapıp eve döndüm. Boztepe mahallesindeki dededen kalma, 3 katlı,
her katın bir kardeşe ait olduğu aile apartmanı denecek Kabadayı Apartmanının
demir kapısını açıp içeri girip hızlıca kapattıp. Apartmanda en üst katta
dayım, orta katta İstanbulda bulunan rahmetli büyük amcamın çocuklarının
geldiğinde kaldıkları, çoğu zaman boş olan daire ve ilk katta hikayeye sahne
olan daire olduğu için sokak kapının çalınması garibime gitti, önce oralı
olmadım merdivenlere doğru yürümeye başladım, daha sonra nedense dayımla ilgili
birinin geleceğini düşündüm geri dönüp
demirden son derece ağır apartman kapısını açtım. Gelenler Elektrik
İdaresidendi. Neden gelmiş olduklarını anladım ve “ Biz Elektrik İdaresinden
geliyoruz” dedikleri anda ben
apartmanın merdivenlerine doğru çoktan yol almıştım. Arkamdan seslenip ilk
kattan oturanları sordular, o evde kalıyor olmama rağmen, bilmediğimi, tanımadığımı
ve 3 . katta oturduğumu söyleyip yoluma devam ettim. Hakanın evi babaannesinin
üzerineydi ve 3. kattaki dairenin zilinde yazan isimlerde, soyadlar tutmuyordu,
böylelikle durumum pek şüphe uyandırmamıştı.
Yetkililer tam
gidiyorlardaki elektrik sayacının mühürlü
olmasına rağmen çalıştığını farkettiler, bende aynı hızla merdivenleden çıkmaya
başladım, kapıyı açan Melihe kaş göz işareti yapıp elimdeki market çantasıyla
üst kata hareket edip, üst kattaki merdiven boşluğundan olanları izlemeye
koyuldum. Yetkililer Melihe durumu anlattı, Melihde olaydan haberi olmadığını
evin kuzeninin olduğunu, kendisinin maça geldiğini, ev sahibinin ise Umrede olduğunu söyledi. Eğer Trabzonda yaşıyorsanız hayat hem
zor, hem de bir o kadar eğlecelidir, aynı zamanda da etrafınızda bol bol hızlı
düşünen, hazırcevap ve cin fikirli, pratik zeka insanlara rastlar, onların
söyledikleriyle zaman zaman gerilir, zaman zaman kahkalarla gülmekten kendinizi
almazsınız. Ev sahibinin Umrede olduğunu duyan yetkili bombasını patlattı
“ Ne Umrede mi havu
gadar borçları var Umreye mi gittiler”
Melih hafif tebessüm
hafif sinirle “Bilemiyorum” dedi ve ne yapabilriz demeyi de unutmadı.
Günlerden Cuma idi
Melihin istediği adamın ağzından Pazartesi ödeyin açıklmasıydı, çünkü Melih
pazartesi 11 uçağı ile Ankaraya dönecekti, o nedenle haftasonu elektirksiz
geçirmeyeceği garanti olacaktı. Yetkileden önce davrandı ve dedi ki Pazartesi
hallettireceğim ben.
Şimdi Melihin bu hızlı
düşünme kabiliyeti ve pratik zekası yetiştiği ve büyüdüğü coğrafyaya bağlıydı ama
unuttuğu bir şey vardı, o da yetkilinin de o coğrafyada büyümesi, o da çok
hızlı düşündü en az Melih kadar ve dedi ki
“Belli olmaz beki da
Cumartesi ya da Pazar da sayacı sokebilirlar”
Melih tebessüm etti
yetkiler gitti ve ben üst merdiven boşluğundan izlediğim bu canlı tiyatronun
bitmesinn ardından aşağı inip kapıyı çaldım Melih kapıyı açtı ve finali yaptı.
Abi biliyor musun tedaşdan geldiler, yukarı çıkarken beni görmemiş J))))
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)